İslam’a ve Tasavvufa Göre Veli Kavramı ![]() "İyi bilin ki, Allah'ın veli kulları (dostları)na hiçbir korku yoktur. Ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar iman edip takvaya ermişlerdi.[121] "Elif, Lam, Mim. Kendisinden hiçbir şekilde şüphe oimayan bu kitap, muttakiler için bir hidayettir. O muttakiler ki gayba inanırlar, namaz kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan tnfak ederler. [122] Takva kelimesi de çok zaman veli ve iman kelimesiyle beraber kullanılmaktadır. Temel sözlük anlamı olan "sakınma" anlamı yanında, İslam'ın hükümleriyle amel etme, emir ve yasaklarını gözetme anlamında da kullanılmaktadır. Zaten dinin emir ve yasaklarıyla amel etme, Allah'ın dinine muhalefetten sakınma ve cezasından korunma amacına da yöneliktir. Allah'ın sevabını, yani cennetini elde etme amacı da şüphesiz beraberdir. Kısaca takva, Allah'ın cezasından sakınarak ve mükâfatını umarak dinin hükümlerine bağlılık ve onlarla amel etmek demektir. Bu da Allah'ın sevgili kulları olan mü'minlerin niteliğidir. Mesela şu ayet-i kerimelere bakalım: "... O muttakiler ki gayba inanırlar, namaz kılarlar, infak ederler. Yine onlar sana indirilenlere ve senden önce indirilene ve ahiret gününe inanırlar. İşte onlar Rablerinden bir hidayet üzeredir ve kurtuluşa erenler ancak onlardır. [123]"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. İyilik o kimsenin iyiliğidir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır, Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir, anlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır. [124] Bu ve başka ayetlerde görüleceği üzere, muttakiler iman ve amel sahibi kimselerdir. Veli kullar da iman eden ve muttaki olan kişilerdir. Takvanın genel anlamı da dinin emir ve yasaklarını gözetmek[125]olduğuna göre, velikişi, inanan, dinin hükümleriyle amel eden ve bunu Allah'a tam bir teslimiyetle yerine getiren kişi olmaktadır. Yani takva sahibi ve Allah'ın veli kulu olmanın şartı, iman ve salih ameldir. Bunu gerçekleştiren bütün müminler Allah'ın sevgili kulları, yani velileridir. Onlar elbette Allah'ın himayesi ve yardımına layık kişilerdir. Bu dünyada Allah onların dostu ve yardımcısı olduğu gibi, ahirette de koruyucusu ve esirgeyicisidir. Onun için onlara korku ve hüzün olmayacaktır. Şüphe yok ki, iman ve amel bakımından müminlerin dereceleri farklıdır Kimilerinin imanı çok sağlam ve ameli daha fazladır. Elbette böylelerin Allah katında dereceleri başkalarından daha üstündür ve mükafatlan da daha büyük olacaktır. Kimilerinin iman ve ameli daha azdır. Yani imanı diğerlerine göre daha zayıf ve ameli daha azdır. Bilindiği gibi kuvvet ve sağlamlık bakımından imanın artıp eksileceği, yani kuvvetlenip zayıflayacağını Kur'an'ın birçok ayetleri ifade etmektedir. İman ve amel derecesi bu şekilde zayıf veya az olanların mükafatı da şüphesiz daha az olacaktır. Ama aralarındaki bu farklılığa rağmen, bütün mü'minler, Allah'ın veli kullarıdır. İ-man dairesinde kaldıkça ve dinin gereklerini yerine getirdikçe, kişiler mü'mindir ve Allah'ın veli kullandır. Tıpkı bir piramid gibi. Piramidin alt sırasındaki taşlar onun nasıl bir parçası ise, zirvesindeki taş da onun bir parçası olup hepsi piramid olarak adlandırılmaktadır. Bazı taşlar piramidin alt sırasını oluştururken, bazıları da zirvesini oluşturmaktadır. İman ve ameldeki farklı derecelerine rağmen müminler de bu şekildedir ve hepsi Allah'ın veli kullarıdır.[126]"İyi bilin ki, Allah'ın veli kulları (dostları)na hiçbir korku yoktur. Ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar iman edip takvaya ermişlerdir. [127] Gerçek bu şekilde iken, dinin birtakım kavramlarında zamanla sapmalar meydana geldiği gibi, veli kavramının anlamında da sapmalar olmuştur. Bu sapmanın en açık görüldüğü alan da tasavvuftur. Allah, mü'minlerin velisi olduğunu söylerken, tasavvufçular sadece kendilerinin dostu (velisi) olduğunu ortaya atmış ve ancak kendi cemaatlarına mensup olanların veli olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Başka bir deyişle, tasavvufçular müminler arasında özel bir veli sınıfı ihdas etmiş ve ancak bunların veli olduğunu söylemiştir. Halbuki İslam anlayışında mü'minler arasında özel bir veli sınıfı yoktur. Aksine, bütün mü'minler Allah'ın veli kullarıdır ve Allah da hepsinin velisidir. Bunu yüce Allah şöyle ifade etmektedir: "Allah, iman edenlerin velisi (dostu)dur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. [128] Belirttiğimiz gibi, veli kavramı toplumda zamanla sapmaya uğramış ve İslam'a yabancı birtakım inanç yahut kültürlerin boyasıyla boyanmıştır. Bunda İslam'a daha sonra giren ve acem diye adlandırılan milletlerin çok , üyük rorü olmuştur. Bu sapma neticesinde toplumda zamanla değişik bir veli inancı ve anlayışı ortaya çıkmıştır. Buna bir örnek olarak Türk kavmini verebiliriz. Bu inancın ve anlayışın meydana gelmesinde İslam öncesi Türk dinlerinin rolünü örnek gösterebiliriz. Eski İran, Yunan ve Ortadoğu inançlarının çarpık veli inanç ve anlayışının meydana gelmesinde oynadıkları rolü, buna kıyas etmek mümkündür. Eski Türk dinlerinin bu konudaki rolünü A. Yaşar Ocak'tan okuyalım: "Müslüman Türklerin yaşadıkları mıntıkalarda ve bu arada tabiatıyla Anadolu'da veli kültü tahlil edildiği zaman, bunun kaynağını İslam öncesi eski Türk inançlarının teşkil ettiği daha ilk bakışta dikkati çekecek kadar sarihtir. Tasavvufun veli telakkisi (anlayışı) tabir cşizse, buna bir kılıf hizmetini görmüştür. Bilindiği gibi Türkler, müslüman olmadan önce çeşitli vesilelerle temasta bulundukları kültür çevrelerinde, Şamanizm, Budizm, Zerdüştilik, Maz-deizm, Maniheizm ve Hristiyanlık gibi birbirinden mahiyet itibariyle hayli farklı dinlere girmişlerdir. Bunlardan önce ise, uzun yüzyıllar kendilerinin sahip oldukları belirli bir takım inanç sistemleri vardı. Orta Asya gfbi muazzam bir coğrafi sahada, yüzlerce yıldır muhtelif Türk toplulukları zikredilen inanç sistemlerinden birini veya birkaçını benimsemişler, zamanla birini bırakıp bir başkasını kabul etmişlerdir. Bu değişiklik esnasında, bir önceki din, yenisinin gelmesiyle tamamen ortadan kaybolmamış, çoğu defa kendini yeni dinin kalıplarına uydurarak varlığını sürdürmüştür. Bu sebeple Türk zümrelerinin girdiği her yeni din, onlara yeni bir şeyler öğretip belli ölçüde düşünce ve hayat tarzlarına etki ederken, diğer yandan da o zümrelere uygun birer yapı kazanmışlardır. İşte bundan dolayıdır ki, günümüzde bile Orta Asya'dan Balkanlara kadar bütün müslüman Türk topluluklarında bile bildiğimiz en eski inançları olan tabiat ve atalar kültlerinden yukarıda sayılan dinlere kadar, çok çeşitli kalıntıları tesbit etmek mümkün olmaktadırAşağıda açıklamaya çalışacağımız İslami devir veli kültü, işte bu uzun maceranın izlerini taşır. Türkler'deki veli kültünün temelinin Şamanist dönemde atıldığı söylenebilir. Eski Türk samanları incelendiği zaman, bunların Türk veli imajına çok benzediğini farketmemek mümkün değildir. Gelecekten haber veren,hava şartlarını değiştiren, felaketleri Önleyen yahut düşmanlarına musallat eden, hastaları iyileştiren, göğe çıkıp uçabilen, ateşte yanmayan Türk samanları, bu hüviyeti eriyle adeta Bektaşi menakıpnamelerinde ve kısmen de öteki tarikat çevrelerinde yazılmış menakıpnanıelerde yeniden hayat bulmuş gibidirler. Bu eserlerde anlatılan Türk velileri, işte böyle özelliklere sahip kişilerdir. Şamanist Türkler, samanların harikulade insanlar olduklarına, ruhlar gizli güçler ile ilişki kurup onlara istediklerini yaptırabildiklerine inanırlardı. Hatta şamanlar Göktann ile de temasa geçip, ondan mesajlar getirebilen şahsiyetlerdir. Onlar bu kabiliyetleri elde etmek için, tıpkı velilerin yaptığı gibi, inzivaya çekilerek, kendilerini sıkı bir riyazata tabi tutarlardı. Ancak burada, şamanizm öncesi eski Türk inançlarından atalar kültünün veli kültünün temelinin hazırlanmasındaki önemli rolüne de dokunmak gerekiyor. Muhtelif Türk zümreleri arasında en eski ve köklü inançlardan biri olduğu bilinen atalar kültü genel olarak ecdadın takdisine dayanır. Ancak atanın bizzat kendine tapınma mahiyetinde olmayan atalar kültü, atanın öldükten sonra üstün birtakım güçlerle mücehhez hale geldiği ve bu sayede ailesine yardım edebileceği inancından doğan, korku ve saygı karışık bir telakki hasıl etmiştir. Bu sebeple ataların ruhlarına kurban kesilir ve eşyaları mukaddes sayılır, mezarları da mukaddestir. . . Şamanist dönemde ve özellikle Budizme geçtikten sonra Türk veli kültünün İslam öncesi temeli, daha da takviye gördü. Çünkü bu devrede Budist azizlerin çok eskilere inen ve Budizmin yayılmasında önemli bir propaganda aracı olan kerametlerini anlatan metinler bol bol tercüme edildi. Zaten halk için ayinlerde okunmak üzere meydana getirilen bu tercümeler, çabucak ve hayli geniş bir tabana yayıldı. Öylece, samanların üstün ruhani güçlerle donanmış şahsiyetlerine, Budist azizlerininkiler ilave edildi. Artık Türk din adamlarının yukarıda sayılan vasıflarına, hayvan kalıplarına girmek, eşyaları ve cisimleri kendi kendilerine yürütüp harekete geçirmek gibi başka Özellikler eklendi. Bu suretle İslamiyetin Türkler arasında yayılmaya başladığı dönemlere, yani onuncu yüzyıla gelindiğinde, artık İslami Türk veli tipinin teşekkülüne zemin hazırlanmış oluyordu. Bu üstün ruhani kuvvetlerle donanmış insan tipi, müslümanlıkla bağdaşmakta güçlüğe uğramadı. Kur'an-ı Kerim'deki muhtelif mucizeler gösteren peygamberlerle Hz. Muhammed'in şahsiyeti, müslüman olan Türklere hiç de yabancı gelmedi. Onlar, kendi din adamlarıyla bu zikredilenler arasında pekçok benzer noktalar buldular ve İslamiyete çabuk ısındılar. . . Biz, Türk veli imajının prototipini meşhur Dede Korkutun şahsında buluyoruz. Aşağıya aldığımız pasaj bu itibarla aynı zamanda tarihi bir belge niteliğini de taşımaktadır: 'Rasul aleyhisselam zamanına yakın Bayat boyundan Korkut Ata dirler bir er kopdi. Oğuzun ol kişi tamam bilicisiydi. Ne dir ise, olur idi. Gaybdan dürlü haber söyler idi. Hak Teala'nın gönlüne ilham ider idi. . . Korkut Ata Oğuz kavminin müşkilini hail ider idi. Her iş olsa Korkut Ataya tanışmayınca işlemezler idi.[129] Bu satırlarda Dede Korkutun her ne kadar veli kelimesiyle nitelendiğini görmüyorsak da, sayılan vasıfları kendisinin böyle telakki edildiğini açıkça gösteriyor. Aslında gerçekten yaşayıp yaşamadığı, eğer yaşadıysa, zamanı belli olmayan bu şahsiyet Oğuz'un, yani bütün Oğuz boylarının bilicisidir, söylediği her şey gerçekleşir, gaybdan haber verir, geleceği bilir, Allah'ın ilhamlarına mazhar olmuştur, Oğuz kavminin bütün güçlüklerini çözer, kendisine danışılmadan iş yapılmaz. Şu sayılan nitelikler Dede Korkut ile Şamanlar arasındaki büyük benzerliği de ortaya koyuyor. Bilhassa gaybdan ve gelecekten haber verişi, bir iş yapılacağı zaman kendine danışılması bunu pek açık gösteriyor. Metinde, dikkati çeken bir başka nokta, bu zatın Hz. Muhammedin zamanına yakın bir devirde yaşadığının söylenmiş olmasıdır. Bu, onun gerçekten yaşamış tarihi bir şahsiyet olmadığının bizce en açık delillerinden biridir. . . Anadolu'nun tedricen fethedilmeye başladığı XI. yüzyıldan itibaren buraya yerleşmeye gelen ve çoğunluğunu Oğuzlara mensup boyların oluşturduğu muhtelif Türk toplulukları, kendileriyle beraber bu telakkiyi ve kültü de getirdiler. Özellikle XIII. yüzyılda Moğol istilası arifesinde ve bu istilanın önünden kaçarak Anadolu'ya yerleşen bazı tarikatlara mensup şeyh ve dervişler bu konuda başrolü oynadılar. Selçuklu hükümeti onlara birtakım imtiyazlar ve tekkelerini kurup rahatça faaliyet gösterecek yerler tahsis etti. Vefailik, Yesevilik, Kalenderilik ve Haydarilik gibi gayr-i sünni mahiyetteki tarikatlara ait tekkeler daha ziyade köy ve göçebe muhitlerini tercih ederken, Kübrevilik, Sühreverdilik, Rıfailik ve Kadirilik gibi sünni eğilimli olanlar şehirlerde geliştiler. Zamanla her iki çevredeki tekkelerin başında bulunan Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana ve benzerleri gibi, sade çevrelerinde veya bütün Anadolu'da büyük veli olarak şöhret yapmış kişilerin ölümü ile birtakım türbeler ortaya çıktı. Bu velilerin her birinin türbesi, özelliğine ve maksada göre kendine mahsus ziyaret ve kurban usullerinin gelişmesine ortam hazırladı. Hiç şüphesiz ki bu, Orta Asya'daki tatbikatın bir devamındanbaşka birşey değildi.[130]Bu türbelerin etrafında eskiden mevcut ve yeni ima] edilip yayılan menkıbeler, kendilerini yarı mukaddes, fevkalade güçlerle donanmış ve hastalıkları iyileştiren ve çeşitli dileklerin gerçekleşmesine yardım eden manevi şahsiyetler haline getirdi. Anadolu'nun pekçok yerlerinden gelen değişik tabakalara mensup insanlar buraları ziyarete başladılar. Kendilerini yazılı kaynaklardan tanıdığımız velilerden başka, yazılı kaynaklara geçmemiş daha başkaları da vardı. Bu suretle Anadolu'nun pekçok yerinde hemen her kasaba ve köyde, şehirlerde, evliya, ermiş ve yatırlar meydana geldi. Herbirinin etrafında birer kült oluştu. Bu kültlerin bir kısmı zaman içinde giderek mahallileşirken, bir kısmı da tersine şöhretlerinin daha büyük oluşu sebebiyle bütün Anadolu'a yayıldı. Burada Önemli bir nokta üzerinde durmak istiyoruz. O da, vaktiyle Orta Asya'da vukubulan bir olayın, Anadolu'da da tekrarlanmış olmasıdır. X-XII. yüzyıllarda İslamiyet Orta Asya'da yayılırken tekkelerin çoğu, eski Budist manastırlarının yerine yahut yakınlarına inşa ediliyor, zamanla bu manastırlar çevresinde mevcut, oradaki azize ait menakıbeler İslamileştiriliyördu. Böylece o bölgedeki eski kültün kendine mal edilmesi suretiyle yerli halk ile bir bağ kurularak İslam'la ştırma kolaylaştırılmış oluyordu. İşte aynı olay, Türkler Anadolu'ya yerleştikleri sırada burada da meydana geldi. Genellikle gayr-i sünni tarikatlara mensup şeyh ve dervişler, tekkelerini terkedilmiş yahut henüz faaliyette olan kilise ve manastırların yerine ve civarına kuruyorlardı. Bundan maksat, orada eski dinin merkezi ile doğrudan karşılaşarak onun kullandığı vasıtaları aynen kullanıp tesirini zamanla zayıflatarak yerine geçmekti. Öyle de oluyordu. Nitekim bu şeyh ve dervişler, yerleştikleri yerlerde kökü hristiyanlık, hatta Hristiyanhk öncesi devirlere çıkan mahalli aziz kültleriyle karşılaştılar. Bu kültler, keramet hikayeleri (menkıbeler) aracılığıyla rahatça İslamileştiriliyor, bu vesile ile bölgedeki Hristiyan halkın müslümanlığa kolayca ısınması sağlanıyordu. Çünkü müslüman olduktan sonra da, bağlı oldukları eski kültü, bir Türk velisi adına İslamileşmiş kılıkta sürdürüyorlardı. Buna XIII. ve XIV. yüzyıllara ait bazı örnekler vermek mümkündür. Mesela, Hacı Bektaş'ın XIII. yüzyılda Suluca Karahöyük (Hacı Bektaş'da kurduğu tekke, bu havali Hristiyanlarının takdis ettiği Saint Charalambus kültünü İslamileştirerek kendine mal etmiş, böylece Hacı Bektaş Hristiyanlar-Ca da benimsenmiştir. Yine aynı yüzyılın ikinci yarısında Balkanlardaki Dobruca bölgesinde bir Türkmen kolonisinin iskanım sağlayan Türkmen babası Sarı Saltık da aynı şekilde, orada eskiden mevcut Saint Nicolas kültü ile özdeşleştirilmiştir. Son olarak Mecitözü yakınındaki Elvan Çelebi tekkesinde Baba İlyas kültünü örnek verebiliriz. XIV. yüzyılda Elvan Çelebi tarafından Saint Theodoros ve Saint Georges kültünün yaygın bulunduğu eski Eukhaita köyü civarında kurulan tekke, bu kültlerin Baba İlyas'a mal edilmesine yardımcı oldu. Öyle ki, XVI. yüzyılda tekkede misafir kalan Avrupalı seyyahlar Baba İlyas'ın kim olduğunu öğrendikleri zaman şaşırıp kalmışlardı. Zira anlatılanların yukarıda zikredilen azizlerinkinden farkı yoktu. Bu sebeple Baba İlyas ile bu azizlerin arkadaş olduğunu söylemek zorunda kalmışlardı. İşte Hasluck'un "İki taraflı perestişgahlar" dediği pekçok türbe bu anlatılan tarzda, yani eski Hristiyan aziz kültlerinin Türk veli kültleriyle birleşmesinden doğmuştur.[131] Bu sentez inanç bir de geliştirilen keramet nazariyesi ile zenginleştirilmiştir. [132] [122]Bakara, 1-3. [123]Bakara, 1-5. [124]Bakara, 177. [125]Bakımz İbn Receb el-Hanbeli, Camİu'1-Ulum ve'l-Hikem, 158, Müessesetıı'r-Risate, Beyrut 1988 [126]Sözlük anlamıyla veli kelimesi Allah, iyi ve kötü kişiler, şeytan ve iagul Ribi b<ışk<ı varlıklar için de kullanılmaktadır. [127]Yunus,62-63 [128]Bakara, 257. [129]Decie Korkut Kitabı,!, Nşr. Muharrem Ergin, 1964, [130]Nakşibendi tarikatı konusunda Nakşı şeyhlerinden Muhammed Kutralı'nın hazırlamış bulunduğu "Nakşibendiliğin Kuruluş ve Yayılışı" adlı doktora tezinin önsözünde verilen ve Ferid Aydın tarafından nakledilen şu bilgiler A. Yaşar Ocak in söylediklerini doğrular niteliktedir; "ilk şeyhler Türkistan ve M.ıvp-raıınnehir'li olmalan sebebiyle Nakşibendiliğe o muhitin gelenek ve adetlerini getirmişlerdir. Telkinleri türlü şekilde tezahür eden gelenekler sebebiyle Nakşibendiliğin Türk fikriyatı bakımından tetkiki gerekiyordu. O bakımdan bu tezi hazırladım. " Şimdi düşünebiliyor musunuz? Tarikat belli bir muhille kuruluyor ve o tarikat o muhille hakim olan gelenek ve adetlerden besleniyor, lîu tarikat orada geçerli ölün zihniyet üzerinde kuruluyor elemektir. . . . Biliyorsunuz Maveraunnehi^Türkislan.ÇmjKeşrnir ve Hindistan esrarengiz düşüncelerin cümbüş halinde olduğu bölgelerdir. Demek ki Nakşibendi tarikatı Şarri3nîzmin,Hinduizmin,Budizmin, lîırahrnanizmin.Ma-niheizmin hakim olduğu bu muhitte doğup geliştiğine göre, bunlardan beslenmiştir ve bu ifade bizatihi bir Nakşibendi şeyhinin itirafıdır ve bir doktora tezinin önsözünde yer almaktadır... 13u ifadeye göre Nakşibendi tarikatının ilk şeyhleri Türkistan ve Maveraıınnehir'ljdir... " Hak Söz,36,Nisan 19O4,sayj 37 [131]A. Yaşar Ocak, Türk Halk inançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkıbeleri. 7-12, ISaşJıakanlık Bası-mevi, Ankara 1984. İslam öncesi Türklerin Şamanizm, Budi/m, Zerrlustilik, ManiheUm ve Mazde.izm dinlerinden beraber getirdikleri dağ ve tepe, (aş ve kaya, ağaç, sihir ve büyü, hastalan iyileştirme, tfaipien ve gelecekten haber verme, tanrının insan gibi görünmesi, tabiat kuvvetlerine hakimiyet, ateşe hükmetme, kemkiterden dirilime, kadın-erkek ortak ayinler, tahta kılıçla savaşma, tenasüh inancı, hulul inancı, don değiştirme, ejderha ile mücadele, havada uçma, dört unsur inancı, ateş kültü için bkz, a. g. e. 71-72. Kitaplarda Habaeddin Nakşibendiye nisbet edilen kerametlerle karşılaştırınız [132]İbrahim Sarmış, Tasavvuf ve İslam, Ekin Yayınları: 273-279. |
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |